Hukuk Fakültesi Koleksiyonu
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.11779/1935
Browse
Browsing Hukuk Fakültesi Koleksiyonu by Access Right "info:eu-repo/semantics/closedAccess"
Now showing 1 - 20 of 229
- Results Per Page
- Sort Options
Book 5510 sayılı kanun kapsamında 4/1-A sigortalılar(On İki Levha Yayıncılık, 2020) Günler, Salih Haydar5510 Sayılı Kanun Kapsamında 4/1-A Sigortalılar Kitap Açıklamasıİnsanlar tarih boyunca hastalık, kaza ve ölüm gibi sosyal risklerle mücadele etmiştir. Sosyal güvenlik sistemleri, sosyal riskle karşılaşan insanların ya da belirli durumlarda yakınlarının zararlarının karşılanmasını sağlayan bir fonksiyona sahiptir. Bir sosyal güvenlik tekniği olan ve zorunluluk unsuru içeren sosyal sigortalar, sosyal güvenliğin sağlanmasında en yaygın kullanılan yöntemdir. Çalışma hayatında iş kazası, meslek hastalığı ya da işsizlik gibi risklerle sürekli karşı karşıya olan işçilerin sosyal sigortalılığının sağlanması da büyük önem arz etmektedir. İş sözleşmesi ile çalışanların sosyal sigortalılığı 5510 sayılı Kanun'un 4/1-a bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bununla birlikte Kanun koyucu bir iş sözleşmesi ile çalışmıyor olsalar dahi bazı kişi gruplarını insani ve sosyal düşüncelerle 4/1-a sigortalı saymıştır. Bu çalışmada iş sözleşmesi ile çalışanların ve Kanun'un 4/1-a bendi kapsamında saydığı diğer kişilerin sigortalılığı, öğreti ve içtihatlardan da yararlanılarak ele alınmıştır.Article 7146 Sayılı Kanunla Gelen Bedelli Askerlik ve Kıdem Tazminatı(Seçkin Yayınevi, 2018) Akyiğit, Ercan7146 Sayılı kanunla getirilen hüküm ; işçi iş sözleşmesini 7146 sayılı kanunla getirilen bedelli askerlik yüzünden fesederse kıdem tazminatı alamaz.Conference Object A bridge “Maybe” too far: Granting legal personality to animals?(University of Antwerp, 2021) Başoğlu, Başak; Kapancı, Kadir BerkTurkish legal system, like all other legal systems is developed by persons and thus, the >main distinction is made between persons and objects (persona and res). According to thistraditional distinction, animals which are not humans but being “other” species in our World,have mostly been considered as objects and thus subject to personal property. In these personorientedlegal systems, including the Turkish one, even the rules relating to animals essentiallyaims to protect the owner of the animals, but not the animals themselves.However, today this paradigm is slowly challenged as “right to life” (to some extent) isgranted to animals under many legal systems (for instance under the Turkish Law on Protectionof Animals dated 24 June 2004). Nevertheless, the boundaries of this right are the interests ofthe people. Unfortunately, the concepts of animal dignity and right to life do not provide enoughprotection to animals. But what could be the solution to better protect the animals? Grantinglegal personality to the animals? Perhaps it is a bridge too far…Throughout the history, personality have been granted to different objects if it isbeneficial and feasible to do so. Accordingly, this paper firstly aims to evaluate whether it isbeneficial and feasible to grant legal personality -partially or as a whole- to the animals. Underthis first sub-title we will discuss as well whether granting to each and every animal a separatepersonality or a sole conceptual one to the entire nature including the animals. Secondly ourwork further targets to reconsider the traditional distinction of persons and things to provide amore specific legal status for animals. Perhaps such a reconsideration could enable us to solveanother controversial issue of our contemporary world: that is the legal status of “strong”artificial intelligence. Moreover, our discussions will comprise the analyse of the legal statusof the “ancient roman law’s slave”, considered as an object though a human being, benefitingfrom different types of legal protection at different levels, at different times. Across the saidcomparisons, at the end, we would like to reach a robust conclusion.Book Part A Turkish law perspective on the right to be forgotten(Springer, 2020) Kapancı, Kadir Berk; Paksoy, Meliha SerminSince the rule is changed from easily forget to easily remember thanks to the digital Internet platforms, the question if there should be a right to be forgotten consecrated to individuals has become a frequently asked question with - of -course no “one correct answer” in different legal systems all around the world. Turkish legal practice has also encountered different cases where the question if a right to be forgotten should be recognized/accorded or not. Thus, the concept itself and discussions thereon prove to be heated nowadays among legal scholars. Accord- ingly, this article mainly aims to legally analyze the newly emerging concept “the right to be forgotten” and its potential practical impacts to the existing or future Internet technologies, in light of the Turkish legislations and existing case law.Conference Object Article Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında Hukuka Aykırı Kanıtların (delillerin) Kullanılmasının İstinaf ve Bireysel Başvuruda Denetimi(2017) Çınar, Ali Rıza“Hukuka Aykırı Kanıtlar/Deliller” konusu, birçok hukuk dalını ilgilendirmektedir. Biz, konuyu Ceza Yargılaması Hukuku açısından istinaf ve bireysel başvuruda incelemeye çalıştık. İlk defa, “hukuka aykırı kanıtlar”, 1992 yılında 3842 sayılı Yasayla, Ceza Yargılama Yasasında (CYY’nda) yapılan değişikle açık bir biçimde ifade edilmiştir. Bu yasa değişikliği konuyla ilgili bilim çevreleri tarafından, özellikle, CYY.’nın 135/a ve 254/2. maddelerindeki düzenlemeler, “büyük bir reform” olarak kabul edilmiştir_. Anayasamızın 38. maddesine 2001 yılında eklenen bir fıkrayla hiçbir duraksamaya neden olmayacak bir biçimde, açıkça; “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” ilkesi Anayasa metnine girmiştir.Article Adın Ne Değeri Var? Evliliğin Kadının Soyadına Etkisi(Legal Hukuk, 2017) Başoğlu, BaşakTürk pozitif hukukunda ailede ad birliğini sağlama amacıyla ortak soyadı olarak kocanın soyadı belirlenmiş, buna bağlı olarak hem evlenen kadının hem de evlilik içinde dünyaya gelen çocuğun aile soyadı olarak belirlenen kocanın/babanın soyadını taşıyacağı düzenlenmiştir. Bir başka deyişle Türk hukukunda kadının soyadı evlilik ile değişerek kocasının soyadına, dolayısıyla onun soyuna, kimliğine, statüsüne tabi kılınmıştır. Ancak bu düzenleme oldukça tartışmalıdır ve hatta bu ilk derece mahkemelerinin, Yargıtay'ın, Anayasa Mahkemesi'nin ve hatta İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarına konu olmuştur. Söz konusu yargı kararları ışığında durum daha da tartışmalı bir hal almıştır. Şüphesiz evliliğin kadının soyadına etkisine ilişkin tüm sorunların ve tartışmaların çözümü pozitif hukukun değiştirilmesinden geçeceğinden bu çalışma ile amaçlanan olası bir pozitif hukuk değişikliğine ışık tutmaktır.Article Adli Para Cezasının Bireyselleştirilmesinde Bir Gün Karşılığı Para Miktarından Kaynaklanan Sorunlar(Seçkin Yayıncılık, 2016) Çınar, Ali RızaPara cezası, suç karşılığı olarak yasada öngörülen sınırlar arasında belirlenerek, hükümlüden alınan bir miktar paranın, yasanın belirlediği yere (devlet hazinesine) ödenmesidir.Para cezası en eski cezalardandır. Bölünebilmesi nedeniyle para cezaları, bireyselleştirmeye çok yatkın bir ceza türünü oluşturmaktadır. Adli hata durumunda onarımı olanaklıdır. Para cezasının olumsuz nitelikleri de bulunmaktadır. Para cezası, ekonomik durumları birbirinden farklı insanlarda çok değişik etkiler yapar. Böylece de cezalarda yasallık ve eşitlik ilkesine aykırı sonuçlar doğurur. Çağdaş ceza hukukunda, bu sakıncaları giderici sistem ve yöntemler saptanarak uygulanmaktadır.Para cezalarının belirlenmesinde 765 sayılı Türk Ceza Yasası klasik sistemi benimsemişti. Bu sistemde yargıca alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirleme konusunda takdir yetkisi verilmişti. Klasik para cezası sistemine yönelik olarak bu sistemin eşitlik ilkesine uygun olmadığı zengin ve yoksul hükümlüler üzerinde aynı etkiyi göstermediği ileri sürülmüştür. Ayrıca bu sisteme yönelik önemli bir eleştiri ise yüksek enflasyon nedeniyle Türk parasının değerindeki düşmeden dolayı zaman içerisinde para cezasının caydırıcılığını yitirmesiydi.Bu sakıncaları gidermek amacıyla Türk hukukunda yeni 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'yla gün para cezası sistemine geçilmiştir. Türk Ceza Yasası'nda adli para cezasını düzenleyen hükümle ilgili gerekçede, "Gün para cezası sisteminin temel amacı, para cezasının kişinin ödeme gücüne göre belirlenmesi yoluyla, suç işleyen zengin ile fakir arasındaki eşitsizliği gidermektir" denilmektedir. Bundan dolayı da ödeme gücü olan kişi üzerinde etkisi olmayan, ödeme gücü olmayanın ise sonuçta yine infaz kurumuna gönderilmesini sonuçlayan "klasik para cezası" sisteminden vazgeçilerek, "gün para cezası" sistemine geçildiği belirtilmektedir.Türk Ceza Yasası'nın "Adli Para Cezası" ile ilgili hükmün gerekçesinde açıklananlara katılıyoruz (m.52). "Gün para cezası" sisteminin benimsenmesi de yerindedir.Ancak "bir günün parasal miktarı" için öngörülen alt ve üst sınırlara göre, gerekçede açıklananların gerçekleştirilme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü Yasamızda, bir gün karşılığı birim para cezasının üst sınırının parasal miktarının alt sınırın beş katı olarak düzenlendiğini görmekteyiz. Halbuki alt ve üst sınırlar arasında oran (makas) arttıkça, para cezasının bireyselleştirilmesi, bölünebilmesi daha olanaklı duruma gelecektir. Ayrıca enflasyon nedeniyle para değerindeki düşmeden dolayı kaynaklanacak sakıncalar da önlenmiş olacaktır. Böylece cezanın genel ve özel önleme etkisi de gerçekleştirilecektir.Gerekçede açıklananların gerçekleşebilmesi ve çalışmamızın konuyla ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak açıkladığımız sorunların yaşanmaması için "bir günün parasal miktarının" yasadaki alt sınırı mümkün olduğunca az, üst sınırı ise yüksek öngörülmelidir.Book Book Part Aile hukuku pratik çalışmalar(Vedat Kitapçılık, 2020) Başoğlu, Başak; Kapancı, Kadir BerkBu çalışma, Aile Hukukunun belli başlı teknik konularının öğrenciler tarafından kavranmasını kolaylaştırabilmek amacıyla hazırlanmış.Çalışma içinde yer verilen olay örneklerindeki sorunlar, öğretideki ve yargı kararlarındaki temel yaklaşımlar ve tartışmalar aktarılarak cevaplanmış, yer yer anlamayı kolaylaştırıcı tablolar da içeriğe eklemiş. Bu çalışma, Aile Hukuku bahsinin kavranmasında bir temel kaynak değildir; olsa olsa vazgeçilemez özellikteki teori kitaplarını destekleyen bir yardımcı kaynaktır. Bu nedenledir ki, öğrencilerin Aile Hukuku çalışmaları sırasında yararlanacakları temel kaynaklar ile daha derinlikli araştırmalar yapmalarını sağlayacak eserlere ilişkin kapsamlı bir bibliyografya çalışmasına da bu kitapta yer verilmiş.Article Aile Hukukunun Özellikleri, İlkeleri ve Gelişimi(İstanbul Kültür Üniversitesi, 2016) Kapancı, Kadir Berk; Serozan, Rona; Başoğlu, BaşakAile Hukuku, sağlıklı ve huzurlu bireyler arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda müdahalenin mümkün olduğunca az olması gereken “minimalist” bir hukuk dalıdır. Bununla birlikte, Aile Hukuku ilişkilerin ve özellikle ailedeki zayıf bşireylerin korunması gerektiğinde de müdehale kaçınılmazdır.Book Alacağın Devri (tbk M. 183-194)(Vedat Kitapçılık, 2022) Kapancı, Kadir BerkAlacağın devrine ilişkin olarak hazırlanmış bu ayrıntılı şerh çalışmasında, Türk Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin 183 ila 194. maddelerinden her biri, Türk-İsviçre öğretisi ışığında ayrı ayrı, derinlemesine ve anılan hükümler arasındaki bağlantılar da belirginleştirilerek şerh edilmiş, konuyla ilgili olarak Yargıtay ve İsviçre Federal Mahkemesi kararlarında somutlaşan uygulamalara da çalışma içeriğinde özellikle yer verilmesine özen gösterilmiştir. Bunlardan başka yine çalışmada, içeriği bir nebze daha zenginleştirebilmek ve yapılan analizlere derinlik katabilmek adına, yer yer Alman, Avusturya, Fransız ve İtalyan Hukuklarındaki mevcut düzenlemelerle; bir kanun tasarısı olarak halihazırda güncelliğini kaybetmiş olsa da hâlâ daha önemli bir öğreti kaynağı olarak değerlendirilebilecek İsviçre Borçlar Kanunu 2020 (OR/CO 2020) Tasarısı’yla; PICC (2016), PECL, DCFR gibi hukukuyumlaştırması metinlerinin öngördüğü kurallarla ve yine United Nations Convention on the Assignment of Receivables in International Trade (2001) ve Unidroit Convention onInternational Factoring (1988) gibi uluslararası antlaşma hükümleriyle de, inceleme konusu bazlı karşılaştırmalar yapılmıştır.Book Alacağın devri (TBK M. 183-194) -Şerh-(Vedat Kitapçılık, 2022) Kapancı, Kadir BerkAlacağın devrine ilişkin olarak hazırlanmış bu ayrıntılı şerh çalışmasında, Türk Borçlar Kanunu’nun konuyla ilgili 183 ile 194. Maddelerinden her biri Türk-İsviçre öğretisi ışığında ayrı, derinlemesine ve anılan hükümler arasındaki bağlantılar da belirginleştirilerek şerh edilmiş, konuyla ilgili olarak yargıtay ve İsviçre Federal Mahkemesi kararlarında somutlaşan uygulamalara da çalışma içeriğinde özellikle yer verilmesine özen gösterilmiştir. Bunlardan başka yine çalışmada, içeriği bir nebze daha zenginleştirebilmek ve yapılan analizlere derinlik katabilmek adına, yer Alman, Avusturya ve Fransız ve İtalyan Hukuklarındaki mevcut düzenlemelerle; bir kanun tasarısı olarak halihazırda güncelliğini kaybetmiş olsa da hala daha önemli bir öğreti kaynağı olarak değerlendirilebilecek İsviçre Borçlar Kanunu 2020 (OR/CO 2020) Tasarısı’yla; PICC (2016), PECL, DCFR gibi hukuk uyumlaştırması metinlerinin öngördüğü kurallarla ve yine United Nations Convention on the Assignment of Receivables in İnternational Trade (2001) ve Unidroit Convention on International Factoring (1988) gibi uluslararası antlaşma hükümleriyle de, inceleme konusu bazlı karşılaştırmalar yapılmıştır.Presentation Alman Ceza Yargılama Hukukunda İstinaf Yasa Yolu(İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, 2018) Çınar, Ali Rıza...Book Part Almanca-türkçe İş Hukuku Terimleri(Seçkin Yayıncılık, 2023) Akyiğit, ErcanKarşılaştırmalı Hukuk Terimleri Sözlüğü'nün yayımlanma amacı; farklı yabancı dilleri öğrenerek akademik çalışmalarında kullanmak isteyen öğrenci ve genç akademisyen adaylarına, yabancı dili hızla öğrenme imkânını desteklemenin yanı sıra belirli temel kavramları kısa sürede, doğru ve yoğun bir içerik şeklinde takdim etmektir.Kitap; farklı hukuk disiplinlerinde çok kullanılan, önemli ve güncel terimlerin Türkçe, Almanca, İngilizce, Arapça, Rusça Farsça, İtalyanca ve Fransızca karşılıklarını içermektedir.Book Part Arabuluculuk sürecinin temel ilkeleri: eğitici kitabı(www.coe.int/ankara www.arabuluculuk.adalet.gov.tr Council of Europe / Avrupa Konseyi - Eylül 2017, 2017) Yazıcı Tıktık, ÇiğdemBu Eğitici Kitabı, temel arabuluculuk eğitimi verecek eğitmenler için, “Türkiye’de Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Uygulamalarının Geliştirilmesi” Projesi kapsamında hazırlanmıştır. Proje Aralık 2014 - Eylül 2017 tarihleri arasında uygulanmıştır.Presentation Presentation Avrupa insan hakları sözleşmesi kapsamında şüpheli ve sanığın hakları(2023) Çınar, Ali RızaSözleşme’nin Türkiye Tarafından Onaylanması: İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın siyasal bütünleşmesi ve insan haklarına saygılı bir barış ortamı sağlanması için Avrupa Konseyi kurulmuştur. Türkiye de Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır.Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan bazı temel haklara bir güvence sağlamak için, 1950 yılında Roma’da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) imzaya açmıştır. AİHS, Eylül 1953’te yürürlüğe girmiştir. Türkiye, 1 no.lu Protokol ile birlikte 1954 yılında AİHS’yi onaylamıştır.Onay belgesinin 18 Mayıs 1954 günü Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne verilmesi ile Sözleşme (AİHS) Türkiye açısından da yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olan haklar, Sözleşme’den sonra yapılmış olan, hem 1961, hem de 1982 Anayasaları tarafından da güvence altına alınmıştır.Türkiye bireysel başvuru yetkisini 1987 yılında tanıdı (28.01.1987). Daha sonra da Türkiye 1990 yılından geçerli olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) zorunlu yargı yetkisini tanımıştır.Sözleşme organlarından olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla, Sözleşme’nin ulusal düzeyde uygulanabilirliği her gün biraz daha artmakta ve Sözleşme’nin soyut kuralları somutlaşmaktadır.Sözleşme’nin İç Hukuktaki YeriUluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yeri ve değeri konusunda Anayasa (m.90/son) iki temel kural koymuştur. Bu kurallardan biri, “Uluslararası anlaşmalar yasa gücündedir”, diğeri ise “Uluslararası anlaşmaların anayasaya aykırılığı”nın ileri sürülememesi.Anayasanın 90. Maddesi’nin son fıkrasına, 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı yasa ile şu cümle eklenmiştir: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır.” Bu düzenlemenin, insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler ile yasalar arasındaki uyuşmazlıkların çözülmesi için önerdiği çözüm, uluslararası sözleşme hükümlerinin “esas” alınmasıdır. Anayasadaki bu düzenleme, yasaların uygulanması kadar, yapılmasını da kapsar; yasama, yürütme ve yargıyı bağlar. Kamu yetkilileri (vali, kaymakam ve başka yöneticiler ile kolluk kuvvetleri) de, uluslararası sözleşmeleri/anlaşmaları yasaya üstün tutarak uyuşmazlıkları çözmekle yükümlüdürler.Uluslararası sözleşmeler/anlaşmalar, daha ileri kurallar içerdiği sürece, taraflarca ileri sürülmemiş olsa dahi, yargıçlar uyuşmazlıkları, ulusal yasalara göre değil, kendiliğinden uluslararası sözleşmeleri gözeterek çözmelidir. Bu, anayasal bir yükümlülüktür.Sözleşme’yi iç hukukta uygularken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yerleşik ilke kararları ve içtihatlarının göz önüne alınması gerekir.Anayasamızda 2004 yılında yapılan değişiklikle, onayladığımız ve iç hukukumuzun bir parçası haline getirdiğimiz “İnsan Hakları Sözleşmesi”ne, kurallar sıralamasının en üstünde yer vermiş olmamızın, onları yaşamın bir parçasına dönüştürmek için yeterli olmadığını da unutmamalıyız.Yargı yerlerimizin ve yönetsel yetkililerimizin, hiç de kolay olmayan ve küçümsenmemesi gereken bu yükümlülüklerini, eksiksiz yerine getirebilmelerini sağlayacak koşulları hazırlamak gerekir. Bu koşulların başında da, insan hakları öğretimi ve eğitimi gelmektedir.Sözleşmeye göre şüphelinin/sanığın hakları1. Adil yargılanma hakkı2. Bağımsız-tarafsız-olağan hâkim ilkesine uygun bir mahkemede aleni yargılanma hakkı3. Hak arama (mahkemeye başvurma) hakkı4. Makul sürede yargılanma hakkı5. Savunma hakkıAdil yargılanma hakkı sanığın, adil, dürüst ya da hakkaniyete uygun yargılanma hakkı vardır (AİHS m.6/1; İHEB m.10; Ay m.36/1).Anayasa’ya göre, herkes adil yargılanma hakkına sahiptir (Ay m.36/1).Adil yargılanma, insan hakları ile şüpheli, sanık ve mağdurun hakları ihlal edilmeksizin yapılan yargılamadır.Adil (dürüst) yargılanma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir iç hukuk kuralı haline gelmesiyle, hukukumuzun bir parçası olmuş ve Anayasa m.36’da doğrudan doğruya ifadesini bulmuştur.Yasa’ya göre, Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri aracılığıyla şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak koruma (muhafaza) altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür (CYY m.160/2).Bağımsız-tarafsız-olağan hâkim ilkesine uygun bir mahkemede aleni yargılanma hakkıSanığın, mahkeme tarafından ve aleni olarak yargılanma hakkı vardır.Ancak mahkeme, bağımsız, tarafsız ve olağan hâkim ilkesine uygun biçimde kurulmuş olmalıdır (AİHS m.6/1; İHEB m.10; Ay m.138,141; CMK m.3,22,182).Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, mahkeme kavramı, yasayla kurulan, yürütme organı ve taraflar önünde bağımsız, tarafsız ve yargılama usulü güvencesine sahip bir makamı ifade eder.Yasayla kurulan mahkeme koşulu, olağan (yasal veya doğal) hâkim güvencesini de beraberinde getirmektedir. Olağan hâkim ilkesi, gerek mahkemelerin kuruluş ve yetkilerinin, gerekse izleyecekleri muhakeme usulünün yasayla ve dava konusu uyuşmazlık ortaya çıkmadan önce belirlenmesini ifade ederDoğal hâkim ilkesinin ceza hukukundaki kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin ceza muhakemesindeki yansıması olarak nitelendirilmesi, ilkenin önemini ortaya koymaktadır.Anayasa’da, “hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” denilmek suretiyle bu ilkeye yer verilmiştir (Ay m.37).Mahkemenin yasalara uygun karar verebilmesi için öncelikle mahkeme dışı etkilere karşı korunması gerekir.Mahkemenin bağımsız olması, hâkimlerin başka bir kişi ya da organdan emir almaması, özellikle yürütme erki ile tarafların etki alanı dışında olması demektir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararlarında Gerekçeli Karar Hakkı AİHS'de adil yargılanma hakkının düzenlendiği 6. maddenin birinci fıkrasında "mahkeme kararlarının gerekçeli olması" gerektiğine dair açık hüküm bulunmamaktadır.Başka bir deyişe, mahkeme kararlarının gerekçeli olma zorunluluğu, AİHS'nin 6. maddesinde açıkça düzenlenmemiştir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, gerekçeyi “doğru ve güvenli adil yargılanma hakkının” temel bir unsuru olarak nitelendirmektedir. Daha doğrusu AİHM, gerekçeli karar hakkını, “hakkaniyete uygun yargılama” ilkesi çerçevesinde uygulamaktadır.AİHM, «gerekçeli karar hakkını» adil bir yargılama sürecinin vazgeçilmez bir unsuru olarak görmektedir. AİHM içtihatları doğrultusunda tanınan gerekçeli karar hakkı, tüm ulusal hukuk düzenleri üzerinde etkili olmuştur. Bu anlamda AİHM'in Anayasa Mahkemesi kararları üzerinde bir etkisi olduğu görülmektedir.Presentation Ayşe Çelik kararı ve ifade özgürlüğü (Anayasa Mahkemesi’nin 2017/36722 başvuru numaralı ve 09.05.2019 tarihli kararı)(İstanbul Kültür Üniversitesi, 2019) Çınar, Ali RızaBaşvurucunun bir televizyon programında sarf ettiği ifadeler nedeniyle terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkûmiyetine hükmedilmesinin ve hapis cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun sözlerinin PKK terörünün övülmesi, terörizme destek gösterisi, şiddet kullanımına veya silahlı direnişe ya da başkaldırıya doğrudan veya dolaylı olarak teşvik olarak nitelendirilemeyeceği kanaatindedir. Sonuç olarak başvurucunun konuşmasının bir terör örgütünün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa çıkılması imkânsız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, örgütün mücadelesine karşı olan kişi ve kuruluşları ortadan kaldırmak, sindirmek, halkın örgüte sempatisini artırmak ve giderek aktif desteğini sağlamak amacıyla yapıldığı kabul edilmemiştir. Anayasa Mahkemesinin kararına göre; başvurucunun olayların sıcaklığı içinde, canlı bir televizyon programında spontane bir şekilde yaptığı başvuru konusu açıklamalarına daha fazla tahammül gösterilmesi gerekmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesince , bu olayda tüm bilgiler dikkate alındığında başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
